garip Hocam,
Bu hizmet pekala kamu patronajında da yapılabilir, ancak orada da sistemin radikal biçimde düzenlenmesi zorunluğu mevcut.
657 sayılı devlet memurları yasası bizim icat ettiğimiz bir şey değil, Fransız idari sisteminden alıp uyguladığımız, ancak muadil nüfustaki ülkelere göre kapsamını aşırı ölçekte genişlettiğimiz bir çerçeve. Memur dokunulmazlığı ve iş güvencesi, yürütme erkinin siyasal döngülere tabi olarak değiştiği demokratik toplumlarda devlet hizmetlerinin sürdürülebilirliğinin sağlanması ve geçmiş siyasal iktidarlar süresince ifa olunan görevler nedeni ile devlet mekanizmasının istikrarsız rotasyonunun önlenmesi amacıyla vücut bulmuş kavramlar. Kendisine tevdi olunan görevi nedeni ile insiyatif kullanan memurun korunması haklı bir seçim. Ne var ki biz bunu her kademeki tüm çalışanlara teşmil etmiş durumdayız. Odacı, temizlikçi, çaycı vb. de dahil olmak üzere nerede ise tüm kamu çalışanları memur ve bu güvencelerle mücehhez.
Bu güvenceler ise "her ne yaparsam yapayım bana kimse ilişemez" rahatlığına, boş vermişliğe, adam sendeciliğe, vb.'ne payanda oluyor. Dolayısıyla kamu çalışanlarının memur statüsünün sadece görevi dolayısıyla insiyatif kullanmak mecburiyeti taşıyan kademe ve meslek gruplarına ait olması, geri kalan çalışanların bu güvencelerden sakınılması icap ediyor. Bu konuda İsviçre örneği bence değerli, bu ülkede öğretmen, okul müdürü ile karşılıklı pazarlık ederek bir ücrette anlaşır ve belirli süreli bir iş kontratı ile görev alır. Müdür, kendisini o pozisyona getiren siyasi otoriteye karşı sorumludur, onun sağladığı bütçeyi kullanır, insiyatif sahibidir, dolayısıyla memurdur (fonksiyoner). Eğer müdür öğretmenin işinden memnunsa sözleşmesini uzatır, ücret koşullarını iyileştirir, değilse sözleşme sonunda tekrarı yoluna gitmez, hatta istisnai durumlarda sözleşme süresi içinde dahi iş ilişkisini sonlandırabilir. Bu nedenle öğretmen çalışma yaşamı boyunca taze kalmak, kendini yenilemek, çalışmak ve başarılı olmak baskısını taşır. Eğitimin ilk kademelerinin belediye, lise kademesinin ise kanton hükümeti tarafından idare ve finanse edildiği bu ülkede, görece gelişmede geri bölgelerde, nüfus, dolayısıyla da gelir cezbetmenin aracı olarak eğitim kurumları rol alır, bu bölgelerdeki okullar daha iyi ücretler öder, daha başarılı öğretmenleri angaje eder ve o bölgeye yerleşmeyi düşünenlere geçerli bir neden sağlarlar. Paradoksal olarak geri kalmış bölgelerde eğitim daha iyidir!
Devletin kuracağı kampüsler eğer özel eğitim sınıfları ya da genel olarak örgün eğitimin diğer kurumları gibi yönetilecekse buralardan açıkçası çok da umutlu olmamak gerekir. Nitelikli eğitimciyi angaje edebilmek de, çalıştırabilmek de, işinden razı, hatta memnun edebilmek de yönetim sistemimizi değiştirebilmemize bağlıdır. Yoksa KPSS ile seçip, 657 ile ücretlendirip, memur güvencesi ile duyarsızlaştırıp bu işi yapalım dersek sanırım özel eğitim okullarından daha fazla bir netice alamayız.
Kısacası patronun şahıs mı, kamu mu olduğu, sermayeyi kimin sağladığının bir önemi yok, nasıl bir psikoekonomik ilişki formu içinde yürüteceğimiz önemli.
Bence yani.