Sayın sevgiisigi,
Gerçi bu konu gittikçe teorik ve temennilerden oluşan bir yöne doğru gidiyor ama tartışmaktan zarar gelmez mantığıyla bir kaç şey yazmak istiyorum.
Öncelikle buradaki pek çok arkadaştan eski olduğumu belirtmek isterim. Bu işe 1993'de başladım, 1988'den beri de içindeyim. Bunu yazmamın nedeni, daha bir avuç kurumken ve değil devletin, vatandaşın bile böyle bir hizmetten haberi olmadığı, hastanelerde, okullarda velilere "gitmeyin, para tuzağı bunlar" denildiği zamandan beri "pazarın" içinde olduğumu belirtmek içindir. Bu alanda arzı da, talebi de ilk başta başlayan kurumlar belirlemiştir.
1997 yılına kadar da böyle gittikten sonra 572 KHK ile SGK işin içine girince işin boyutu da değişmiş, arz, talebin önüne geçmiştir.
Yazdıklarınızda haklılık payı yok değil. Ancak, 2006'dan sonra devlet tarafından oluşturulmuş bir pazarın 9 yılda hala gerçek bir rekabet oluşturamamasının özrü yoktur. Bunun kabahatlisi de -katılıyorum- MEB'dir. Ama tek sorumlusu MEB değil, aynı zamanda işine gelene göz yuman sektörün kendisidir.
Şimdi rakibimizin MEB olduğu fikrinize katılmıyorum. MEB bizim en önemli partnerimiz olmalıdır. Her şeyden önce, iddia ediyorum, MEB hiç bir zaman ve hiç bir şekilde benim verdiğim hizmeti sağlayamaz. MEB'in tatmin etmediği kişiler için ise rehabilitasyon merkezlerine her zaman gereksinim olacaktır.
Hayatım boyunca ne MEB'i, ne büyük vakıfları, ve dernekleri yaptığımız işe rakip göremedim.
Olaya söylediğiniz boyuttan bakarsak, yaptığımız işi savunamayız. Biz, devletin veremediği hizmeti, onun yetersiz kaldığı yerde veriyoruz.
**********
Rekabet demişken... bakın Ankara'da 100 küsür kurum var. MEB'in sabit ücret ve düşük kalite standartlarıyla oluşturduğu rekabete aykırı koşullara rağmen bizler birbirimizle rekabet etmek durumundayız. Daha iyi olabilmek için başka şansımız yoktur. Rekabetten de korkmamalıyız, rekabet bizi hep daha iyiye götürür.
*************
Özel sektör olmayıp taşeron olmamız kısmına gelince... sanıyorum bu forumda "taşeron olduğumuz" ifadesini ilk ben kullandım.

Evet taşeronuz. Biz özel sektörüz derken kasdettiğim şey, silkinip kendimize gelelim ve taşeron değil, özel sektör olduğumuzu anımsayalım anlamındadır. Hala taşeron gibi düşünüp, ona göre çözümler ararsak taşeronluktan asla kurtulamayız.
*************
Diğer söylediklerinize gelince... Beni batırabilecek çok şey olabilir. Bunların başında kuşkusuz MEB var. Haksız uygulamaları, rekabeti engelleyici yapısı, yanlış mevzuatları beni batırabilir. Ancak ne özel eğitimin okullara devredilmesi, ne okullarda destek eğitimi verilmesi, ne de buna benzer uygulamaları batıramaz.
Okullaşma kısmına gelince... buna katılmıyorum. Biz okul değiliz! Okullar müfredat eğitimi verir. Biz tam tersine bireye özel eğitim veriyoruz. Her ne kadar program-modül vs. gibi saçmalıklar bizide bir nevi müfredat kalıbı içine sokuyorsa da, en azından kendi bildiğimiz gibi yapabildiğimiz yöntem ve tekniklerimiz var.
Diğer taraftan; devlet 8 saat eğitimle elde edilen verimi bir okulda ayda 150 saatle elde edemeyeceği gibi, bunun finansmanını da karşılayamaz.
**********
Tekrar arz-talep-rekabet kısmına dönecek olursak; şimdi bu alanda 2000'e yakın kurum var ve artık eskisi kadar hızla çoğalmıyor. Kurumların ellerini vicdanlarına koyma ve "köy köy, kapı kapı ne kadar çocuk toplarsam kardır" hesabından vazgeçmeleri gerekiyor. Pazar belli bir doygunluğa ulaşmıştır ve artık kaba kuvvet kar mantığından, verimliliği ve Katma Değeri yüksek kar dönemine geçmelidir.
Her zaman ifade ettiğim gibi, ülkedeki tüm engelli çocukları eğitmek, hepsinin sorunlarını çözmek bizim işimiz değildir. Bu devletin sorumluluğudur. Eğer biz rekabetçi ve doğru düzgün hizmet sağlayabileceğimiz koşullara kavuşursak bugün bir bacağı eksik olan talep de kendiliğinden oluşur.
Fizyoterapi örneğiniz güzel bir örnek. O zaman eğitim kısmında da biz okullarda OLMAYAN eğitimi sunmalıyız. Bunu yapmanın da çok sayıda yolu, yöntemi var.