Arkadaşlar,
Bu seans artışı ve kota meselesi çok uzun bir zamandan bu yana sektörün aklını meşgul eden, aklını karıştıran, kaygı ve endişeye neden olan bir konu olarak önümüzde duruyor.. Yeni yönetmelik açıklanmadan bu mesele hakkında münazara ve münakaşa bitecek gibi gözükmüyor..
Seans artışının mali yetersizlikler yüzünden en azından mali yeterlilik hasıl olana değin gündemden kalktığı söylenmekte. Ancak mali karşılığı verilmeden yapılmış seans artışları örneği sektörün ihtiyarlarının hafızasında hala taze.. Dolayısıyla elimizde resmi bir cevap olmadan herhangi bir kesinlik içinde olmamız mümkün değil.
Kota meselesi ise sektörde sıkça dile getirilen, taraftarları, muarızları, çekimserleri olan eski bir mevzu. Bundan murad bir bölgede ("bölge"nin nasıl belirleneceği, kriterlerin ne olacağı vb. zaten tartışmalı ama oraya hiç girmeyeceğim) kurulu kurum sayısının ve kontenjanının kısıtlanması..
Çok eski zamanlarda yazmış olduklarımı tekrar etmek pahasına (bu yazılara erişim sitenin geçirdiği sayısız arıza, yenilenme vb. yüzünden maalesef mümkün de değil) ekonomik bir faaliyetin kamu regülasyonunu ve regülasyonun faaliyetin gelişim süreçlerine etkileri hakkında bir kaç söz söyleyeceğim.
Her ekonomik faaliyet toplumda ortaya çıkan bir ihtiyacın karşılanması amacına yönelik olarak ifa edilir. Yani eğer bir ihtiyaç varsa ya onu karşılayan bir faaliyet vardır, ya da bu ihtiyaç özelinde oluşmuş bir fırsat vardır. Girişimci fırsatları gördüğünde ihtiyacı karşılayacak ekonomik faaliyet dizgesini inşa etmeye yönelir. Satamayacağınız malı almazsınız, yenmeyecek bir yemek pişirmezsiniz, okunmayacak bir kitabı basmazsınız vb.. Yatırım ve girişim kararınız daima pozitif bir beklenti üzerine kuruludur.. Yanlış kararlar aldı iseniz, beklentiniz boşa çıkarsa bunun iktisadi hayattaki karşılığı girişiminizin batması, yatırdığınız sermaye miktarını kaybetmenizdir.
Girişimci, herhangi bir zor altında olmadan, kendi serbest iradesi ile aldığı kararla, toplumla yazılmamış bir sözleşmede taraf olur, toplumun ya da bir kesiminin belirli bir ihtiyacını karşılama vaadi ve sözünü verir. Bu andan itibaren artık toplum karşısında sorumludur. Toplumsal örgütlenmeler (piyasa,devlet, stk, basın, kamuoyu vb..) de girişimcinin bu sorumluluğu yerine getirip, getirmediğini, sunduğu emtia ya da hizmetlerin yeterli miktarda olup, olmadığını, kabul edilebilir bir asgari kalite şartının sağlanıp, sağlanmadığını denetler ve gereken durumlarda müdahil olarak müeyyide uygular.
Bu denetim eğer sadece piyasa tarafından yapılırsa buna "tam rekabet modeli", eğer piyasanın yanında devletin regülasyonu da söz konusu ise buna gerçek ekonomi denir. Sadece piyasa dinamiklerinin tesirli olduğu model iktisada giriş derslerinin anlaşılırlığını sağlamak amacına hizmet eden pedagojik bir araçtan ibarettir ve basitleştirilmiş bir kapalı uzayda öğrencilerin arz-talep ilişkisini kavramalarını sağlar. Gerçek ekonomide ise kamu piyasaya vergiler, teşvikler, standartlar, çalışma, hijyen, sağlık, güvenlik kuralları, iş ve ticaret yasaları vb. şeklinde müdahale eder. Yeterli miktar ve evsafta temin olunamayan kalemlerin üretimi için teşvikler sunarken, ihtiyacın ötesinde israfa sebep kalemlerde yüksek gümrük hadleri, vergiler, miktar sınırlamaları, zorlayıcı ruhsatlandırmalar vb. yoluyla ekonomik hayatı şekillendirmeye çalışır.
Bu tanımıyla girişimci ve kamu denetimi iki karşıt uç olarak belirir. Girişimci her zaman daha çok teşvik ve serbesti talep ederken, kamu her zaman daha çok vergi, ruhsat, kota, gümrük, ceza, müeyyide ister.. Toplumsal rollerinin neticesi olarak vücut bulan bu düalite toplumun ihtiyaçlarının dengeli, yeterli miktar ve evsafta karşılanabilmesini sağladığı sürece gerekli ve değerlidir. Unutmayalım ki tüm bu hay huyun varoluş nedeni toplumun ihtiyaçlarının temininden ibarettir.
Bir kamusal düzenleme aracı olarak kota nedir? Örneğin yeterli buğday üretemiyor iseniz arzın düşüklüğüne bağlı olarak fiyatların şişmesi gerçekleşir, bunun çözümü piyasaya dışarıdan bir arz kapısının açılmasıdır, fiyatlar eğer yeterince yüksek ise bu kapıyı açtığınızda bu fırsatın üstüne atlayacak ithalatçılar bir arz bolluğu yaratacak ve belirli bir noktada gerçekleşen fiyat sizin iç üreticinizin üretim maliyetlerinin de altına inebilecektir. Bunun yaratacağı etki ise maliyetlerini karşılayamayan üreticinin bir sonraki sene buğday ekmekten cayması olur. Bu ise gelecek sene daha çok buğday ithalatına ihtiyaç duymanız demektir. Kamu işte bu yüzden bir kota uygular, piyasaya girişi açarken bunu elindeki vanayı kullanarak dengelemeye çalışır.
Peki kamu hakikaten ihtiyacın gerekli miktar ve evsafını doğru biçimde tespit edebilir mi? Bu soruyu Ekim devriminin peşinden bolşevik iktisatçılar pozitif olarak cevaplamışlardır. İhtiyaçların anlık durum ve zamansal değişimlerinin öngörülebileceğini, iktisadi planlar yaparak ve uygulayarak toplumsal taleplerin karşılanabileceğini savunmuşlardır. Liberal iktisatçılar ise ihtiyaçların giderildikçe çeşitleneceği, bu çeşitliliği doğuran dinamiklerin öngörülemez olduklarını, dolayısıyla ihtiyaçların temininin bu ihtiyaçları gören girişimcinin varlığı şartına bağlı olduğunu savunmuşlardır. Tabii ki hakikat ikisinin arasında bir yerde durmaktadır. Kategorik olarak ihtiyaç alanları ve bu alanlardaki miktar artışları demografik eğrinin seyrine bağlı olarak öngörülebilir ve kabaca planlanabilir. Ancak acıkan birisinin sebze mi, et mi tercih edeceği önceden bilinemez. Dolayısıyla esas olan bir darlık, yokluk duygusu üretmeyecek şekilde piyasada değişik seçeneklerin var edilebilmesi esastır. Gece vakti acıktı iseniz muhtemelen annenizin çorbası ve böreğini bulamayacaksınız, ama sıcak bir işkembe ile nohutlu pilav satan mekanlar sabaha kadar sizi beklemektedir.
Diyelim ki çorbaya razı oldunuz.. Peki çorba beklediğiniz gibi mi? Eğer sizin gibi çorba isteyenler kalabalık, çorba satan mekan sayısı kısıtlı ve tencereler küçük ise inanın çorba bulmaktan mutlu olmanız ve her ne bulduysanız diğer aç müşteriler dükkanı doldurmadan içip bitirmeniz gerekecektir.. Çorbacının sizin beklentinizi tespit edip, ona uygun olarak çorbanızı hazırlamak için bir nedeni yoktur. Sarımsaklı ve az acılı içmek istediğiniz çorbaya sadece sirke ile de razı olmazsanız onu sizin yerinize içecek birileri sırada beklediğinde kimse sizin kaprislerinizi çekmez
)
Demek ki iki şey, miktar ile evsaf, (nicelik ile nitelik, kantite ile kalite) sıkı biçimde birbirine bağlıdır. Eğer bir mal ya da hizmet piyasada belirli bir miktarın üzerinde üretilemiyorsa, bir satış derdi, baskısı mevcut değil ise kalite vücut bulamaz. Kalite ancak satışı destekleyen, fark yaratan, tercih üreten bir değişken olarak yararlı olduğunda üretilebilen bir şeydir. Nasıl olsa satıyorsanız 9 çeşit ekmekle uğraşmaz, tek bir kazanda kardığınız hamurdan, tek bir çeşit ekmeği pişirirsiniz. Sovyet modelinde pişen budur.. Çünkü planlanan sizin yiyebileceğiniz miktardır, kruasan ya da tam çavdar ekmeği isteyebileceğiniz düşünülememiştir
Alanımız eğitim, rehabilitasyon, alıcımız engelli birey ve aileleri.. Yıllardır konuştuğumuz 2 şey var ise birisi muhakkak kalite.. Engellilik hepimizin kendimizde ya da yakınlarımızda karşılaşabileceği, toplumumuzun ciddi oranlarını kapsayan bir durum.. Ama bu kategorinin altında topladığımız her vaka diğerinden değişik, farklı, özel.. Bu nedenle alanımızın adı özel eğitim, yaptığımız iş bu yüzden bireysel, programlarımız da bireysel, yani çeşitlilik, çeşit bu işin mütemmim cüzü (ayrılmaz parçası).. Yani kalite ve çeşitlilik esas, tali değil.. Kontenjanlarınız, yaptığınız trilyonluk yatırımlar, odalarınızın büyüklüğü, boş odalarınızın sayısı vb.. bu hesaba girmeyen önemsiz ayrıntılar.. Esas olan ihtiyacı olana ihtiyacına göre, ihtiyacı kadar, çeşitli ve kaliteli hizmeti sunmak.. Başta da söylediğimiz gibi kimse sizi bu alana girmeye, girişimci olmaya, yatırım yapmaya zorlamadı, tersine siz özgür iradenizle topluma bir vaatte bulundunuz, bir söz verdiniz, "ben senin ihtiyacını karşılayacağım"!
Söz namustur! Bir kere verildi mi tutulmalıdır..
Oturup meseleye iktisat ve etika ilişkisi üzerinden bakarsak, meselenin aslında hiç de o kadar karmaşık olmadığını görüyoruz.. Gerisi hepimizin namusuna tevdi edilmiştir.. Ne verirsek yarın çocuk çoluğumuza ihtiyaç hasıl olduğunda onu bulabiliriz.. O durumda ne kadarına razı isek o kadarını vermek mükellefiyeti içindeyiz.
Herkese hayırlar ve selametler dileyerek...